Ben onu bunu bilmem, siyasi oyunlardan uzak tutulabilmeli eğitim ve öğretim sistemi.
Bir ülkede 13 senede eğer eğitim sistemi 12 kez değişiyorsa, her sene yeni bir değişime uydurmak zorunda bırakıyorsak eğitim ve öğretimi, yap boz tahtasına çeviriyorsak sistemi, bu işte bir yanlışlık var demektir. Eğitim ve öğretim sistemiyle oynamak, geleceğimizle oynamaktır. Çekin ellerinizi sistemin üzerinden. Günah değil mi geleceğimize?
Bu değişen sisteme önce eğitenler adapte olamazken, eğitilenlerden ve ailelerinden sisteme ayak uydurmasını nasıl beklersiniz? Bence tüm bu kargaşanın gölgesinde öğretenlerin gününü kutlayabilmek nasıl bir ironidir?
Ne yazık ki, bu döneme ait değil bu dejenerasyon öğretimde yaşanan. Çok uzun yıllardır, her dönemde yaşandı memleketimizde tüm bu gelgitler. Benim eğitim ve öğretimde olduğum yıllarda dahi ne yazık ki YÖK denilen kurumun aldığı kararla da ÖSYM sistemi değişmişti. Kaldı ki, sistem değişene kadar ki geçen zaman içerisinde bizler şimdiki nesillere göre çok daha şanslıydık.
Birbirinden fedakar öğretmenlerimiz vardı bizim, öğlen aralarında yemeğe gitmeyip, hem de bir bedel almadan bizleri her anlamda yetiştiren birbirinden değerliydi hepsi. Her konuda bizi öyle yetiştirdiler ki, hala okulda öğrendiğimiz bilginin ışığında hatta üzerine koyarak yetiştirdik kendimizi bizler de.
Her dersin öğretmeni bizim hem çok saygı duyduğumuz, hatta biraz korktuğumuz, ancak bir o kadar da bizim en yakınlarımız oldular öğrencilik hayatımızda. Haa yanlışlar yok muydu o zamanlarda da vardı, ancak doğrular daha fazla olduğu için belki de bizlere hiç de absürd gelmiyordu o dönemlerde.
Velilerimiz de şimdilerde olduğu gibi çok müdahil değildi, ne öğretmenlerimize ne de bizlere. Gönülleri rahattı yani, hiç kuşku duymazlardı eğitim ve öğretimimizden. Kaldı ki o yıllarda ne dershaneler ne de etüt merkezleri vardı şimdilerdeki gibi küçük kasabalarda.
Sadece okuldan aldığımız bilgi ve bir kaç yardımcı kitapla girerdik sınavlara, derslerde öğrendiklerimizle bir de. Tam üniversite sınavına girdiğimiz sene sistem değişti pat diye. Öğretmenlerimiz dahi yeni tercih sistemine adapte olamazken ne yazık ki biz mağdurlar da tercihlerimizi nasıl yapacağımızı bilemedik. Ve o sene en başarılı arkadaşlarımız dahi hepimiz açıkta kaldık.
Ertesi sene yine bir yerlere yerleşildi ama siz düşünebiliyor musunuz bizlerin psikolojisini o geçen bir sene zarfında. Belki de bu yüzdendir çocuklarımızla birlikte yeniden okula başladık bizler. Onlarla birlikte oturup birebir ders çalıştık. Hatta büyük oğlum Üniversiteyi eşit ağırlık birincisi olarak kazandığında hiç unutmuyorum, ÖSYM ALDIM SENDEN İNTİKAMIMI dediğimi hatırlıyorum.
Tabii, başarı oğlumun başarısıydı, çünkü o da çok emek vermişti en azından son iki sene. Artık nasıl bir hiddet duyduysam değişen sisteme!!! Lütfen, artık bu değişimler olmasın sistemde, çocuklarımız at gibi koşturulmaktan yoruldu, ha keza öğretmenler ve velilerde.
Geçen hafta okuduğum bir pedagog'un yazısı da beni benden aldı, gözlerim dolarak okudum yaşadığı anekdotu. Sizlerle de bu yazıyı izninizle paylaşmak istiyorum. Bu vesileyle de başta başöğretmenimiz Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, bizlerin yetişmesinde çok önemli pay sahibi olan öğretmenlerimizin, öğretmenler gününü kutluyorum, iyi ki varsınız ve sizleri çok seviyoruz. Sevgilerimle..
TEOG yaklaşırken...
Acı ama yazacağım… Telefonda sesi titrek bir anne "Hocam, çaresizim. Allah rızası için yardım edin" diye feryat etmişti. "Sorun nedir, ben size nasıl yardımcı olabilirim?" dediğimde, "8. sınıfa giden oğlum garip garip konuşmaya başladı, korkuyoruz" dedi. İçim ürperdi. "Buyurun gelin" diyerek görüşmeye davet ettim.
Dünyalar tatlısı bir genç, henüz 13-14 yaşında, ablası ile geldi. Üniversite öğrencisi ablası, "Kardeşime bir şey oldu, korkuyorum" dedi ve ağladı. "Ağlama, ben size yardımcı olmaya çalışacağım" dedim.
Genç kız odadan çıktı, kardeşi girdi.
Tam karşımdaki sandalyeye oturdu.
İçimde bir garip ürperti hissettim. Bu bakışları tanıyordum. Ama yine de sordum: "Merhaba, benim adım Adem Güneş, tanışabilir miyim seninle?"
Çocuk gözüme anlamsız anlamsız baktı ve "Beni neden suluyorsunuz?" dedi.
İçimde bir şey koptuğunu hissettim. "Nasıl yani?" dedim…
"Benim ziyaretime neden gelmedin sen!" dedi…
Korktum! Hem de çok…
"Adını öğrenebilir miyim canım? Nedir adın?" diye tekrar sordum.
Cevap vermedi.
Çocuğun ablasını çağırdım. "İstersen kardeşini dışarıya alabilirsin. Biraz seninle konuşmak istiyorum" dedim.
Çocuk dışarı çıktı.
Genç kıza "Kardeşin 'Beni neden suluyorsunuz?' diye sordu. Bu ne demek?" dedim.
Genç kız elini yüzüne kapatarak ağlamaya başladı. "Kardeşim bir haftadır kendinin öldüğünü zannediyor. Mezarda çiçek sanıyor kendisini. Herkese böyle söylüyor."
Kanım dondu. Çok tatlıydı yüzü. Ne diyeceğimi bilemedim.
"Peki, son zamanlarda neler yaşadı kardeşin?" diye sorduğumda içim cız etti…
"Kardeşim TEOG denemelerinde bölge birincisi idi. Gece gündüz sınava hazırlanıyordu. Bir gece yanıma geldi, 'abla korkuyorum' dedi. Ben anlam veremedim önce. Sonra gözlerindeki korkuyu gördüm. Anneme haber verdim. Annem 'Ne oldu oğlum?' deyince 'Beni neden suluyorsunuz?' deyiverdi. Annem, 'Oğlum ne diyorsun sen, ne sulaması!' dese de anneme dönük ama boşluğa bakarak 'Beni neden mezara koydunuz?' deyince babam da uyandı, evin içinde bir garip korku oluştu. Annem hem ağlıyor hem dua ediyordu. Cin mi çarptı acaba diye düşündü annem önce, sonra korkuları iyice arttı. Babam belki uykusuzluk ve sınav kaygısından dolayı halüsinasyon gördüğünü düşündü, 'Hadi yatalım, sabah ola hayır ola' dedi ama ben yatamadım… Korku ile bir kaç kez yanına gittim durdum. Sabaha karşı uyumuşum. Allah’ım bir rüya olsun gördüklerim diye sabahın ilk saatinde uyandırdım kardeşimi. Uyandığında yine o boş gözlerle baktı bana. Anlamsız bir iki söz söyledi, benim sinirlerim iyice gerildiği için omuzundan tutup salladım, 'Kendine gel ya, yapma, korkuyorum' dedim ama sanki uyurgezer gibiydi, hiç etkilenmedi bile. Annemler yanımıza geldiler, annem ağlamaya başladı, babam şaşkındı."
"Doktora götürdünüz mü?" diye sordum. "Bir haftadır hastanelere gidiyoruz, psikiyatra gittik, ilaç aldık ama hiç bir şey değişmedi" dedi.
İçim çok yandı. Ne diyeceğimi şaşırdım. "Ben size yardımcı olamam ki…" diyebildim. Genç kız sordu: "Kendiliğinden geçer mi hocam, ne yapalım? Annem diyor, 'Taşınalım İstanbul’dan. Memleketimize dönelim. Ben oğlumu okutmak falan istemiyorum. Kendim bakar büyütürüm.' Önümüzdeki hafta da sınavı var, dershaneden öğretmenleri arıyor, onlara da bir şey diyemedik. Ne yapalım? Bize bir akıl verin n’olur!"
Hiç bu kadar çaresiz kalmamıştım. "Kardeşinizin akıl zembereği boşalmış galiba" diyemedim. "Annenizi dinleyin. Alın kardeşinizi gidin buralardan" diyebildim.
Vedalaştık…
O çıktı, ben kaldım sandalyede tek başıma…
Durdum biraz… Gözlerimi tavana çevirdim… Düşündüm… Sonra kendime hâkim olamadım… Ellerimi yüzüme kapattım ve hıçkırıklarla ağlamaya başladım…
Bu olayın üzerinden 2 yıl geçti. Bu genç delikanlı ne hâlde bilemiyorum. Aile Konya’ya gidecekti, gitti mi onu da bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var: Ülkemizdeki sınavlara yüklenen anlam, çocukların ruh sağlığını bozuyor. Yetkililer ne yapar bilemiyorum; ama sınav tarihi yaklaşırken koca koca çocukların altlarını ıslattıklarına, panik atak olduklarına, geceleri kâbus gördüklerine, kekelemeye başladıklarına şahit oldukça benim de psikolojim bozuluyor. Yakında TEOG var. Sözüm tesir eder mi size bilemiyorum ama bunaltmayın çocuğunuzu. Bırakın şu son haftalar dinlensin, kendine gelsin. Sınav her şey demek değil. Zira bazı kayıplar, sınavı kaybetmekten daha acı verir insana… (Adem Güneş)