Hayat, koşuşturmacalarla dolu bir maraton gibi akıp giderken insan bazen bir durup nefes almak ister. Kalabalığın içindeki yalnızlığımız, modern dünyanın dayattığı telaşlar ve bitmeyen kaygılar… Tüm bunların arasında bir mola, bir sığınak ararız. İşte Umre, ruhun ve bedenin bu yoğunluklar arasından sıyrılıp huzura kavuştuğu bir yolculuktur. Bu yolculuk, sadece fiziki olarak Kâbe'ye değil, insanın kendi kalbinin derinliklerine yaptığı bir seferdir.
Kâbe’yi ilk gördüğüm anı hatırlıyorum. Ne kadar anlatmaya çalışsam da kelimeler kifayetsiz kalıyor. Uzaktan Beytullah’a doğru yürürken, sanki tüm dünya yavaşlıyor. Gözlerim bir türlü o manzaranın büyüklüğünü kavrayamıyor. Kalbim hızla çarpıyor; dudaklarım, farkında olmadan dualar fısıldıyor. Beytullah’a baktığınızda, dünya üzerindeki her şeyin ne kadar küçük ve geçici olduğunu anlıyorsunuz. O an, ruhunuzda derin bir teslimiyet hissi oluşuyor. Sanki yıllardır aradığınız, özlemini duyduğunuz bir şeye kavuşmuşsunuz gibi.
Tavaf esnasında etrafınızdaki binlerce insanla aynı hareketi yaparken, aslında ne kadar büyük bir bütünün parçası olduğunuzu fark ediyorsunuz. Orada zenginlik, fakirlik, dil, ten rengi, sosyal statü hiçbir şeyin önemi kalmıyor. Herkes eşit, herkes aynı Rabbin huzurunda. Bu birliktelik, insanın kalbine öyle bir huzur veriyor ki, hayatınızın hiçbir yerinde böyle bir duyguyu başka bir yerde tatmanız mümkün değil.
Sonra Safa ve Merve tepeleri arasındaki sa’y… Hz. Hacer’in (ra) çırpınışını düşünüyorsunuz. Su arayışı için o zorlu yolculuğu nasıl da büyük bir inançla yapmıştı. Kendi küçük sıkıntılarımızı düşününce, onun tevekkülü karşısında hayran kalıyorsunuz. Ve bu ibadeti yaparken onun duygularını anlamaya çalışıyor, kendi hayatınızdaki mücadelelerin aslında ne kadar önemsiz olduğunu fark ediyorsunuz.
Medine ise bambaşka bir diyar. Mekke’deki heyecanın ve coşkunun yerini Medine’de huzur ve dinginlik alıyor. Peygamber Efendimiz’in (sav) huzurunda olmak, o atmosferi solumak bambaşka bir his. Ravza-i Mutahhara’ya girerken içinizde bir ürperti oluyor. Kalbiniz bir yandan sevinçle doluyor, diğer yandan onun ümmetinden biri olmanın verdiği sorumluluğun ağırlığını hissediyorsunuz.
Medine’nin sokaklarında gezerken zamanın durduğunu hissediyorsunuz. Eski evler, sokaklar, mescitler… Her şey size sanki Resulullah’ın (sav) ayak izlerini takip ediyormuşsunuz hissini veriyor. Uhud Dağı’nda durup şehitleri düşündüğünüzde, o fedakarlık ve sadakat karşısında kendi hayatınızı yeniden gözden geçiriyorsunuz.
Umre yolculuğu, sadece bir ibadet değil, bir arınma, bir yenilenme. İnsanın ruhundaki tüm yüklerden kurtulduğu, kendisiyle hesaplaştığı, affetmeyi ve affedilmeyi yeniden öğrendiği bir süreç. Umre dönüşü, hayata daha farklı bir gözle bakıyorsunuz. O manevi atmosferden uzaklaşmamak için elinizden geleni yapıyorsunuz.
Eğer bu yolculuğu henüz yapmadıysanız, hayatınıza bir ara verip bu davete kulak verin. Çünkü Umre, sadece Mekke’ye ve Medine’ye yapılan bir yolculuk değil; ruhunuza, özünüze, yaratılış amacınıza doğru bir keşiftir. Ve inanın, bu yolculuktan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
Kalpten kalbe bir dua: Rabbim, tekrar o mübarek beldelere kavuşmayı nasip etsin.
Yazar: Özer Şut
(Tarih: 07 Aralık 2024)